Turkish (Turkiye)English (United Kingdom)

4. Uluslararası Balkan Forumu Edirne’de yapıldı

Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi TASAM, Edirne Valiliği, Trakya Kalkınma Ajansı ve Yunus Emre Enstitüsü iş birliği ile düzenlenen Uluslararası Balkan Forumu’nun dördüncüsü 28-30 Nisan 2011 tarihleri arasında Edirne’de yapıldı. 4. Uluslararası Balkan Forumu’na Balkan ülkelerinden ve Türkiye’den 150’nin üzerinde STK ve düşünce kuruluşu temsilcisi, akademisyen, büyükelçi, araştırmacı ve gazeteci katıldı.

Forumun açılışında konuşan TASAM Başkanı Süleyman Şensoy, Forum’u ilk 3 yıl Tekirdağ’da gerçekleştirdiklerini bu yıldan itibaren benimsenen bir kararla Balkanlar’da önemli olan üç ilimiz Tekirdağ, Kırklareli ve Edirne arasında dönüşümlü olarak yapılmasının uygun görüldüğünü söyledi.

TASAM olarak bölgesel çalışmalarının İstanbul veya Ankara’da değil bizatihi merkezinde yapmak gibi bir prensip kararlarının olduğunun altını çizen Başkan Şensoy “Bu prensip kararın hayata geçirilmesi, uluslararası ilişkiler kültürünün Anadolu’ya ve Rumeli’ye taşınması açısından sürece vermiş oldukları destekten ötürü Edirne Valimiz Sayın Gökhan Süzen Beyefendi başta olmak üzere diğer il valilerimize, Kalkınma Ajansına, bu yılki forumda iş birliği yaptığımız Yunus Emre Enstitüsüne şükranlarımı arz ediyorum. Yine Forum’un gerçekleşmesi için kişisel ya da kurumsal olarak katkıda bulunan tüm kişi ve kurumlarımıza da şükranlarımı tekrar arz ediyorum” dedi.

Balkanlarla ilgili çalışmaları iki kanaldan yürüttüklerini “Bir tanesi bu forumların düzenli olarak yapılması ve yıl içerisinde akademik çalışmalar, yayınlar, kitaplar, çeşitli atölye çalışmaları, Ankara’daki, Balkanlar’daki diplomatik misyonlar ile yapılan toplantılar gibi çok sayıda çalışma ve etkinlikle içerisini doldurmaya çalışıyoruz. Bir diğer kanal da 12 Balkan ülkesinin katılımıyla oluşturulan Balkan Ülkeleri Düşünce Kuruluşları Ağı’nı kurumsallaştırılması üzerinde gayretle çalışıyoruz. Geçen yıl Tekirdağ’da en son yıllık konferansı yapılan bu “Ağ” toplantısına Makedonya Bilimler Akademisi ev sahipliği yapacak ve bu yıl 15-17 Eylül’de Ohrid’de bu yılki konferans düzenlenecek”  diyen Şensoy hem Türkiye’ye hem Balkan ülkelerine katkıda bulunmaya devam edeceklerinin altını çizdi.

TASAM Başkanı Süleyman Şensoy sözlerini şöyle sürdürdü “Aslında kalkınma ajanslarının mantığı içerisinde bu projenin, bölgesel bir inisiyatif olarak paylaşılması noktasında da Türkiye’de bir ilk olduğunu söylemekte fayda var. Çünkü gelişmekte olan ülkeler daha çok fiziksel alt yapı ve ihtiyaçların giderilmesine yönelik bir kapasite geliştirme programı izliyorlar. Aslında daha soyut olan nitelikli insan kaynağına yönelik olan projeler dünyanın geldiği noktada çok daha etkili bir araç. Dolayısıyla bu tercihin bölgedeki kalkınma ajansı ile birlikte yapılmasından da çok mutlu olduğumu içtenlikle söylemek isterim. Sadece birkaç dakikalık bir ufuk turuyla konuşmamı tamamlamak ve birbirinden kıymetli konuşmacılarımıza mikrofonu devretmek istiyorum.

Şüphesiz yaşadığımız dönem içerisinde, bu forumu yaptığımız yıllar içerisinde ve önümüzdeki dönem içerisinde dünyada şekillenen sistematiğe bir göz atmamız gerekiyor. Nerede olduğumuzu doğru anlamak y ada ne yapmaya çalıştığımızı iyi tanımlamak için üç etmenin bu yüzyılın başından itibaren önemli bir parametre olarak şekillendiğini görüyoruz. Buna göre hem Balkan ülkeleri olarak tek tek hem bölgesel hem de küresel anlamda yerimizi, yapmamız gerekeni ve dünyada gelişen rekabetin boyutlarını görmek açısından bu parametreleri yerinde tespit etmemiz gerektiği kanaatindeyim.

BAŞKAN ŞENSOY; YENİ PARAMETRELER ÇOK KUTUPLULUK, ENTEGRASYON VE MİKRO MİLLİYETÇİLİK

Bu üç etmenden birincisi; “çok kutupluluk”. Dünya tarihinde ilk defa Doğu’da ve Batı’da benzer güçlere, donanımlara ve teknolojilere sahip güçler aynı anda dünya sahnesinde boy gösteriyorlar ve önümüzdeki 5-10 yıl içerisinde en azından 5 kutuplu olarak şekilleneceği gözüken dünya sistematiği çok daha net tarif edilebilir hale gelecek ve bu sistematiğin içerisinde Türkiye gibi önemli sayılabilecek ülkeler de bölgesel güç olarak yerini alacak. Dolayısıyla bu kadar büyük donanımlara sahip benzer güçlerin rekabetinden Türkiye için, Balkanlar için nasıl bir rekabet sonucu ortaya çıkacağını öngörmek gerekiyor.

Bu çok boyutlu rekabet iki öğeyi aynı anda bir araya getiriyor. Biri “entegrasyon”. Çünkü 20. yüzyılın başında irili ufaklı 20 kadar devlet dünyada vardı. Şimdi bu sayı yaklaşık 200’e yaklaştı. Küçük ülkelerin bu çok boyutlu rekabet içerisinde kendilerini göstermeleri, varlıklarını devam ettirmeleri çok zor olduğu için entegrasyonun çok hızlı bir şekilde geliştiğini görüyoruz. Avrupa Birliğinin de bütün entegrasyon çalışmalarında önemli bir başarı hikayesi olan çok büyük kurumsal bir birikim olarak örnek alındığını görüyoruz. Afrika’da Asya’da çok sayıda çeşitli amaçlar etrafında birleşmek üzere çeşitli ülkeleri buluşturan çok sayıda entegrasyon projesi var. Hatta Çin’lilerin başını çektiği ve belki yavaş yavaş düşünce altyapısı olarak oluşturmaya çalıştıkları bir Asya Birliğinden bile önümüzdeki 10-15 yıl içerisinde söz etmek mümkün olacak.

Üçüncü etmen de bu rekabetin getirdiği “mikro milliyetçilik”. Entegrasyona ters gibi gözüküyor ama aynı anda bu iki süreç birbirini tamamlıyor. Hem küçük ülkelerin belirli örgütlerin çatısı altında bir araya gelmesi süreci hızlanıyor hem de mikro milliyetçilik artış gösteriyor. Bugün işte Kuzey Afrika, Orta Doğu, belki önümüzdeki dönem Güney Asya, belki daha sonra dünyanın çok daha değişik noktalarına sıçrayacak olan bir sürecin yaşandığını görüyoruz.

Önümüzdeki 5-10 yıl için Birleşmiş Milletlerdeki ülke sayısı kadar yeni ülkecik - devletçik ortaya çıkabileceği noktasında da güçlü öngörüler var. Tabii mikro milliyetçilik Balkanlar açısından çok önemli bir alan. Balkanlaşma olarak Avrupa’da literatüre geçen mikro milliyetçilik ve mikro milliyetçilik etrafında yaşanan kavgalar - acılar açısından Balkanlar’ın yakın tarihi bu anlamda bütün dünya için örnek teşkil edecek bir arşiv barındırıyor.

“GELENEKSEL REKABET KANALLARI TERKEDİLİYOR”

Ana temaları “çok boyutluluk”, “entegrasyon” ve “mikro milliyetçilik” olan bir dünya bizi nasıl bir rekabete sürüklüyor. Burada gördüğümüz en temel şey; geleneksel mücadele kanallarının, rekabet kalıplarının hızla terk edildiği. Bu rekabet kalıplarının hızla terk edildiğini zamanında gören ülkelerin bu süreçle ilgili hazırlıklarını yaparak uyum sağladığını, bu değişimi öngöremeyen ülkelerin de Afrika’da, Orta Doğu’da olduğu gibi savrulmaya başladığını görüyoruz. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde çok daha fazla ülkenin savrulacağını ve risk altında olduğunu söylemekte de sanırım bir sakınca yok.

Burada temel parametre; “yumuşak güç” olarak tabir edilen bir yapılanmayla bütün bu rekabetin yönetilmesi, devletlerin rolünün ise uluslararası ilişkilerde ve hayatın her alanında hem iç politikada hem dış politikada artık “karar alıcı”, “denetleyici” ve “kontrol edici” bir düzlemin dışına çıkamayışıdır. Zaten bu üç ana esasın dışına çıkan devletler de bu işi yürütemiyorlar. Kaba tabirle çuvallıyorlar. Çünkü en gelişmiş devletlerin bile kendine has işleyiş ve ağır hantallık taşıyan yapıları var. Bu yumuşak güçler temel olarak sivil toplum ve sivil toplum içerisindeki kurumsallaşan süreçleri kapsıyor. Bunlar sivil toplum örgütleri, düşünce kuruluşları, üniversiteler, sportif / kültürel kurumlar… En önemli kurumlardan birisi iş adamları ve örgütleri…

Bu yumuşak güç olarak tabir edebileceğimiz unsurlar ile hem iç politikada hem dış politikada ilgili ülkenin vizyonu ve misyonuyla ilgili ne kadar güçlü bir vizyon paylaşımı yapılıyor, ne kadar başarılı bir performans sergileniyorsa ülkelerin başarı oranı da bununla doğru orantılı olarak ölçülüyor. Dolayısıyla geldiğimiz noktada bunu çok sıklıkla söylüyoruz. Hem iç politikada hem dış politikada yöneticilerimizin başarısının; “kamu diplomasisi”, “yumuşak güç”, “sivil toplum” gibi birçok değişik isimle isimlendirilen bu yeni rekabet unsurlarının ne kadar doğru ve etkin çalıştırıldığı ve etkin sonuçlar alındığı ile doğru orantılı olduğunun altını sürekli çiziyoruz. Çünkü bazen kamu diplomasisi sadece dış politikada kullanılan bir araç olarak algılanıyor. Aslında hayatın her alanında sivil toplum ve kamu diplomasisi temel etken olarak kendi görevini yapıyor.

<<>>

Tabi bu yumuşak gücün niteliği sadece büyük örgütler kurmak, teşkilatlar kurmak değil. Çünkü biz onu çok güzel yaparız. Tarihî tecrübelerimiz de buna uygun. Yönetim organizasyon ve askerlik konusundaki olağanüstü sosyolojik birikimimiz… Ama burada önemli olan “nitelikli insan kaynağı”. Yani bütün bu süreçleri yönetecek, kontrol edecek, ülkesinin vizyonuna uygun olarak ortaya yeni katma değer oluşturacak olan yeni nitelikli insan kaynağı. Bu bütün dost ve kardeş Balkan ülkeleri için de geçerli, bizim için de geçerli, dünyanın bütün ülkeleri için de geçerli…

Kim ne kadar donanımlı, etkili, ülkesinin ortak değerlerini paylaşan nitelikli insan kaynağına sahipse önümüzdeki dönemde ona göre dünya sahnesinde yer alacak. Her ülkede her vatandaşın “ben olmazsam bu ülke başarıya ulaşmaz, ben olmazsam bu oyunda bir kişi eksik kalır” diyebileceği bir atmosferin ideal ölçüde oluşmasını ve düşünüldüğü taktirde Bölge’de ve Dünya’da olması gereken yerde olunabileceğini öngörüyoruz.”

Trakya Kalkınma Ajansı Genel Sekreteri Mehmet Gökay Üstün de açılışta yaptığı konuşmasında Balkan halklarının ekonomik ve diğer açılardan kalkınması için yol haritaları oluşturmaya çalıştıklarını söyledi. Bu amaçla Balkan Ülkeleri arasındaki iş birliğinin artırılması gerektiğini dile getiren Üstün; “Öncelikle kültürel işbirliğinin artırılması gerekmektedir. Bu nedenle Balkan Forumuna destek veriyoruz” dedi. Yeni diyalog hatlarının açılması gerektiğini söyleyen Gökay Üstün; “Böylece yeni imkanlar ortaya çıkacaktır” dedi.

Yunus Emre Enstitüsü Başkan Yardımcısı Dr. Adnan Tekşen de konuşmasında Kültür Diplomasisinin yeni bir barış zemini ve imkânı olduğunu söyledi. Yunus Emre Enstitüleri olarak Balkanlarda yaptıkları faaliyetleri anlatan Tekşen; “Bu barışı kader birliği ettiğimiz bölge halkları ile beraber yapacağız” dedi.

Balkan Forumunda Türkiye Dışişleri Bakanlığından Büyükelçi Hakan Okçal da bir konuşma yaptı. Bölge ülkeleri arasında ortak tarihe ve kültüre ait olmanın verdiği bir hissiyatın olduğunu dile getiren Büyükelçi Okçal, bu tür organizasyonların bu hissiyatı güçlendirmek için önemli bir neden olduğunu söyledi. Türkiye’nin Balkanlara olan ilgisinin asla çıkar amaçlı bir ilgi olmadığını belirten Okçal; “Bu ilgimiz insani, kültürel ve manevidir” diye konuştu.

Edirne Valisi Gökhan Sözer de yaptığı konuşmada maziye takılı kalarak dünyayı kurgulamanın mümkün olmadığını belirterek; “Yeni şeyler kurgulamamız gerekmektedir. Yumuşak güç bu nedenle önemlidir. Sınırların kalktığı bu dönemde elbette komşularımızla barış içerisinde yaşamalıyız. Sadece resmi diplomasi ve ilişkilerin yeterli olamayacağını görüyoruz” dedi. Sözer, Balkanlar’ın çeşitli kültürlerin kesiştiği ve birbirlerini etkilediği bir buluşma noktası olduğunu belirterek bölgede tarih boyunca farklı kültürlerin bir arada yaşadığını; bu durumun ortak tarih mirasında edebî eserlerde, sanat eserlerinde, abidelerde, binalarda, dilde, geleneklerde, müze, arşiv ve kütüphanelerde her an gözle görünür olduğunu söyledi.

Türkiye ve Balkanların çeşitli ülkelerinin devlet başkanları, başbakan ve Cumhurbaşkanlarının mesaj gönderdiği ve 3 gün süren forumda; “Balkanlar’da Bir arada Yaşama Kültürü: Kimlik Çatışmasından Kültürel Entegrasyona”, “Avrupa Birliği Sürecinde Balkanlar’da Kültürel Mirasın Korunması ve Kültürel Haklar”, “Balkanlar’da Yeni Bir Sivil Topluma Doğru 1: Sivil Toplumun Gelişmesi ve Balkan Ülkeleri Kalkınma Ajansları İş Birliği”, “Balkanlar’da Kimlik Politikaları: Çoğulcu Toplumun Oluşmasında Bir Belirleyici Olarak Kimlik”, “Balkanlar’da İnanç ve Din: Karşılıklı Hoşgörü ve Anlayış İçin İş Birliği”, “Balkanlar’da Demokrasi Arayışı ve Medya” ile “Balkanlar’da Yeni Bir Sivil Topluma Doğru 2: STK’lar arası Diyalog ve Ortak Projeler” başlıklı konular ele alındı.

4. Uluslararası Balkan Forumu resim galerisi için lütfen tıklayınız.

4. Uluslararası Balkan Forumu bloğu için lütfen tıklayınız.